Mükellefler, gelir ve kurumlar vergisi matrahlarının tespiti aşamasında, yasal düzenlemeler çerçevesinde birtakım harcamaları gider olarak dikkate almaktadırlar. Ancak, bazı harcamaların gider olarak dikkate alınıp alınmayacağı konusunda tereddütler hasıl olduğu görülmektedir.
Bu bağlamda makalemizde, gider indiriminde özellik arz eden bazı konular irdelenecektir.
II- GİDER İNDİRİMİNDE ÖZELLİKLİ KONULAR
A- ELEKTRİK, SU, TELEFON VB. FATURALARIN BAŞKALARI ADINA DÜZENLENMESİ HALİNDE GİDER NİTELİĞİ
Genellikle kiralanan işyerlerine ait elektrik, su, telefon vb. abonelikler işletme sahipleri ya da ortaklar adına olmaktadır. Dolayısıyla üçüncü kişiler adına düzenlenen belgelere dayanılarak gider yazılma ve KDV’nin indirim konusu yapılıp yapılmayacağı gibi tartışmalar yaşanmaktadır.
Vergi İdaresi’nin çeşitli zamanlarda gerek gelir vergisi açısından gerekse KDV açısından vermiş olduğu özelgelerde çelişkiler bulunmaktadır. İlgili giderlerin kiracı konumundaki şirket tarafından tüketildiğinin ispat edildiği durumlarda genelde Vergi İdaresi’nin gerek gider gerekse KDV açısından mükellef lehine vermiş olduğu görüşler bulunmaktadır[1].
Ancak bazı dönemlerde de başkası adına gelen faturaların kayıtlara gider olarak intikal ettirilemeyeceği ve KDV’nin de indirim konusu yapılamayacağı yönündeki kararları da gözönüne alınmalıdır.
Dolayısı ile şirketler vergisel riski ortadan kaldırmak için, elektrik, su, telefon vb. giderlere ilişkin faturaların kendi adlarına gelmesini sağlayabilmek için sözleşmeleri kendi adlarına yaptırmalıdırlar. Ayrıca, elektrik, su, telefon vb. giderlere ilişkin ödenen gecikme zamlarının KKEG olarak değil kurum kazancının tespitinde gider olarak indirim konusu yapılması mümkündür (Bu tür gecikme zamlarının GVK’nın 40. maddesi uyarınca sözleşmeye istinaden ödenen bir bedel olduğu kabul edilmelidir)[2].
B- GEÇ ÖDENEN ELEKTRİK, TELEFON, DOĞALGAZ VE SU TÜKETİM BEDELLERİNE İLİŞKİN GECİKME ZAMMININ GİDER BOYUTU
Vergi mükellefleri tarafından elektrik, telefon, doğalgaz ve su tüketim bedelleri çeşitli nedenlerle vadesinde ödenmemesi söz konusu olabilmektedir. Bu bedellere ilişkin faturanın vadesinde ödenmemesi durumunda, gecikme zammı uygulanmakta ve tahsil edilmektedir. Bu şekilde uygulanan ve ödenen gecikme zamlarının Gelir Vergisi Kanunu(GVK) ve Kurumlar Vergisi Kanunu(KVK) yönünden gider olarak dikkate alınıp alınamayacağı ve KDV’lerinin indirim konusu yapılıp yapılamayacağı konuları zaman zaman tartışmalı olmuştur.
GVK’nın 40 ve 41. maddelerinde safi kazancın tespitinde indirilecek ve indirilemeyecek giderler, sayılmıştır. Sözü edilen 40. maddenin 3. bendinde, işle ilgili olmak şartıyla mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatların safi kazancın tespitinde indirilecek gider olarak dikkate alınacağı hüküm altına alınmıştır.
Anılan Kanun’un 41. maddesinin 5. bendinde ise, her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatların gider olarak indirilemeyeceği belirtilmiştir. Ancak, anılan maddenin aynı bendinin parantez içi hükmünde ise, akitlerde ceza şartı olarak derpiş edilen tazminatların cezai mahiyette tazminat sayılmayacağı belirtilmiş bulunmaktadır.
Öte yandan, KVK’nın 6. maddesinde, safi kurum kazancının tespitinde de GVK’nın ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Diğer taraftan, KVK’nın 11/1-d ve GVK’nın 90. maddelerinde, 6183 sayılı Kanun’a göre ödenen ceza, gecikme zammı ve faizlerin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınamayacağı hükme bağlanmıştır.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Kanun’un Şümulü” başlıklı 1. maddesinde; “Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer’i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevvellit olan diğer alacakları ile bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.” denilmektedir.
Kamu alacakları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında olduğu söylenebilir. Ancak, ticari sözleşmeden doğan alacaklar 6183 sayılı Kanun kapsamında değildir. Elektrik, su, telefon ve doğalgaz hizmetlerini sunan kurumların kamu kurum ve kuruluşları ile belediyelere ait olması durumu değiştirmemekte, bu kuruluşlara ait olan alacakların kamu alacağı niteliğinde olduğunu göstermemektedir. Zira, belirtilen türden tüketimlerin yapılabilmesi ancak, ilgili kurum ile sözleşme yapılmasına bağlıdır ve bundan doğan alacaklar da sözleşmeden doğan alacaktır. Bu nedenle, belirtilen kurumların alacaklarının 6183 sayılı Kanun’a göre takip ve tahsili söz konusu değildir.
İki taraf arasında yapılan sözleşmelerde, faturanın süresinde ödenmemesi halinde uygulanacak yaptırım belirlenmekte ve bunu her iki taraf da kabul etmektedir. Dolayısıyla, bu tür ödemelerin süresinde yapılmaması halinde ödenen gecikme zamları bir akde dayanmaktadır.
Maliye Bakanlığı’nca verilen bazı özelgelerde, enerji borcunun süresinde ödenememesi nedeniyle ödenen gecikme zammının, müessesenin kaynaklandığı ve bu nedenle safi kurum kazancının tespitinde gider olarak hasılattan indirilemeyeceği belirtilmiştir[3].
Ancak, Maliye Bakanlığı’nca son yıllarda verilen özelgelerde, elektrik, doğalgaz, telefon ve su tüketim bedellerinin süresinde ödenmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen gecikme zammının, vade farkı mahiyetinde bir ödeme olduğu, işletme ile ilgili bulunmak ve başka bir fiil nedeniyle tahakkuk ettirilmemiş olmak şartıyla ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınabileceği açıklanmıştır[4].
Maliye Bakanlığı’nca verilen bir başka özelgede, PTT ve TEAŞ gibi kurumların kamu kuruluşu olmasının bu kuruluşlara ait alacakların kamu alacağı niteliğinde olduğunu göstermeyeceği, bu kurumların alacaklarının 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsilinin mümkün olmadığı, elektrik, su ve telefon faturalarının süresinde ödenmemesi nedeni ile alınan gecikme zamlarının işle ilgili olarak mukavelenameye göre ödenen tazminat olarak nitelendirilmesi gerektiği ve kurum kazancının tespitinde gider olarak yazılmasının mümkün olduğu belirtilmiştir[5].
Bu duruma göre, elektrik, telefon, doğalgaz ve su tüketim bedellerinin zamanında ödenmemesi nedeniyle ödenen gecikme zamlarının, işle ilgili olarak mukavelenameye göre ödenen tazminat veya vade farkı olarak değerlendirilmesi ve GV ve KV matrahının tespitinde indirilecek gider olarak dikkate alınması uygun olacaktır.
C- İŞ KAZASI DOLAYISIYLA ÖDENEN TAZMİNATIN GİDER BOYUTU
Gelir Vergisi Kanunu’nun 40/3. maddesine göre “İşle ilgili olmak şartıyla mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar” gider olarak yazılabilmektedir. Buna karşılık aynı Kanun’un“Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler”i düzenleyen 41/6. maddesinde “teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatlar”ın gider yazılamayacağı kabul edilmiştir.
İki maddeyi birlikte değerlendirdiğimizde, ticari faaliyetle ilgili olmak kaydı ile ve suç oluşturmamak koşulu ile sözleşmeye veya mahkeme kararına yahut kanun emrine istinaden ödenen tazminatların gider yazılabileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Buna karşılık tazminata yol açan fiilin kanunlarla suç kabul edildiği hallerde tazminat, sözleşmeye veya mahkeme kararına yahut kanun emrine istinaden ödense dahi gider yazılamayacaktır.
Ancak, iş kazasının oluşumunda işverenin suç niteliğinde fiili söz konusu değilse, bize göre işçiye (veya mirasçılarına) yahut yaptığı masrafların rücûu dolayısıyla SSK’ya ödenen tazminatın gider yazılabilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, Vergi İdaresi’nin vermiş olduğu özelgelerde, kanunun lafzi yorumu ile çelişir şekilde, işverenin ödediği tazminatın işverenin kusurlu olduğu orana tekabül eden kısmının gider yazılamayacağı görüşü kabul edilmektedir. Örneğin, Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 31.01.2007 tarihli Özelgesi’nde, Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 11.01.2008 tarihli Özelgesi’nde, ödenen tazminatın işverenin kusuruna tekabül eden kısmının gider yazılamayacağı görüşü benimsenmiştir.
Buna göre, işverenin kusuruna tekabül eden kısmının gider yazılamayacak ancak işverenin kusurundan kaynaklanmayan kısma isabet eden bölümün gider yazılabilecektir.
Ancak, Danıştay 3. Dairesi’nin Kararı’[6]nda, bir iş kazası nedeniyle işçisine kusuru oranında mahkeme kararına göre tazminat ödeyen ve ödediği tazminatı gider yazan bir mükellef aleyhine tazminatın işverenin kusuru dolayısıyla ödendiği ve bu sebeple gider yazılamayacağı sebebiyle yapılan cezalı tarhiyatı, teşebbüs sahibine olayın oluşumu dolayısıyla suç izafe edilmediği gerekçesiyle kaldırmıştır.
Görüldüğü gibi yargı, idarenin aksine kanunun açık olan lafzına itibar etmekte olup, suç oluşmadıkça ödenen tazminatın gider olarak dikkate alınabileceği yönünde görüş benimsemiştir.
Bu nedenle, doğabilecek ihtilafları bertaraf etmek adına idarenin görüşünü gözden geçirmesi yerinde bir karar olacaktır.
D- BELİRLİ CİRO HEDEFLERİNİ DOLDURAN BAYİLERE VERİLEN BEDELSİZ MALLAR VE HEDİYELER
Satışları artırmak ve bayiler arasında rekabet yaratmak amacıyla, belli bir ciroyu aşan bayilere prim veya ıskonto adı altında yapılan ödemeler ile bedelsiz verilen malların ciro primi (başarı primi) olarak değerlendirilmeleri gerekir. Dolayısıyla yapılan iş bayiinin ana firmaya karşı verdiği bir hizmet olarak nitelendirilerek bayi tarafından fatura edilmeli ve gelir kaydedilmelidir. Elde edilen primin bayie sağlanan bir menfaat olduğu tabiidir ve bayiinin hasılatına eklenerek vergilendirilmesi gerekir.
Ödüllendirmenin şans unsuruna bağlı olarak gerçekleşmesi veya belirli hedefler karşılığı mutlaka sağlanıyor olması, performansa bağlı elde edilecek primlerin hizmet olma niteliğini değiştirmemekte ve bayice faturaya bağlanarak gelir kaydedilmesi gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.
E- SEMİNER VEYA TATİL NİTELİĞİNDEKİ BAYİ TOPLANTILARI
Belirli sürelerle satılan malların pazar payının artırılması, çalışma performansı veya satış miktarının değerlendirilmesi, hedeflerin belirlenmesi vb. amaçlarla yapılan bayi toplantılarının ve eğitimlerinin düzenlenmesi amacıyla katlanılan giderlerin pazarlama ve satış gideri niteliğinde değerlendirilip, GVK’nın 40/1. maddesi kapsamında safi kazancın tespitinde indirilecek gider olarak dikkate alınması gerekmektedir.
Burada bayilerin toplantı veya eğitim amacıyla bir araya getirilmesi işinin ne şekilde, hangi koşullarda gerçekleştiği; yani bayiye sağlanan bir menfaat olup olmadığı, katlanılan giderle yapılan iş arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı koşulları, katlanılan toplantı-gezi giderinin kanunen kabul edilebilir nitelikte olup olmayacağının tespitinde göz önüne alınacaktır.
Bu türden toplantı ve seminerler düzenlemek için bayilerin makul yerlerde bir araya getirilmesi ve bunun için toplantı süresi boyunca bayilerin konaklama, ulaşım, yemek gibi zorunlu ihtiyaçlarının karşılanma masrafları genel giderler arasında değerlendirilip kurumlar vergisine tabi kazancın tespitinde gider olarak indirilebilir. Aynı şekilde bu masraflar üzerinden hesaplanan KDV’de indirim konusu yapılabilecektir.
Bunun tersine bazı durumlarda firmaların bayileri toplantı veya seminer adı altında masrafları yüksek ve bu işlemlerle bağdaşmayacak, turistik olduğu iddia edilebilecek gezilere götürmeleri, bunun için uzun süreli ve lüks seyahat ve konaklama masraflarına katlanmaları genel gider olarak sınıflandırılamaz. Bu türden harcamaların bayie sağlanmış menfaat niteliğinde değerlendirilmesi ve bayilerin de ilgili menfaat tutarı kadar ciro primi faturası düzenlemeleri gerekmektedir.
Aşırıya kaçan bu giderlerin kurum kazancının tespitinde gider olarak kaydedilemeyeceği ve bu nedenle KDV Kanunu’nun 30. maddesi uyarınca indirim konusu yapılmayacağının da gözönüne alınması gerekir.
26 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nin (L/2). bölümünde yapılan açıklamalara göre, yıl sonlarında, belli bir dönem sonucunda ya da belli bir ciro aşıldığında satış primi, hasılat primi, ciro primi vb. adlarla yapılan ödemeler KDV’ye tabi olacaktır. Zira bu tür bir ödeme (ıskonto) doğrudan satılan malla ilgili olmayıp, firmanın yaptığı ek bir çalışmanın ya da bir çabanın sonucu olarak doğmaktadır.
Dolayısıyla yapılan iş, ana firmaya karşı verilen bir hizmettir. Çünkü, ana firma ile satıcı firma arasında düzenlenen sözleşmeye göre (yazılı veya sözlü), satıcı firma sözleşmenin hükümlerine uygun olarak belli bir çabayı göstermiştir ki, (belli bir hizmeti vermiştir) ek ödemeye hak kazanmıştır.
Bayilerin bu şekilde elde ettikleri primler, ticari faaliyetlerinin bir sonucu olup, ticari hasılatlarına dahil bulunmaktadır. Bu primleri sadece şahıslarıyla ilgili görerek ticari işletmelerinin kayıtlarının dışında tutmaları ve hasılatlarına dahil etmemeleri mümkün değildir. Burada, bayilerin verdikleri hizmetler KDV’ye tabi olup, KDV’nin matrahını, elde edilen prim tutarını oluşturmaktadır. Bayilerin satıcı firmaya prim tutarı üzerinden fatura düzenlemeleri ve KDV’yi bu tutar üzerinden hesaplayarak faturada ayrıca göstermeleri gerekir. Satıcı firmalar yönünden ise bu faturada gösterilen primler pazarlama ve satış gideri, KDV ise indirilecek KDV niteliğindedir. Bu bakımdan satıcılar, faturada yer alan prim tutarını gider olarak dikkate alacaklar KDV’yi indirimin konusu yapabileceklerdir.
Belli bir ciroyu aşan bayilerin gerek yurt içinde gerekse yurt dışına tatile gönderilmek suretiyle ödüllendirilmesi işleminde de, yurt içinde ve dışında yapılan harcama tutarı prim niteliğindedir. Bayilerin tatil ile ödüllendirilmeleri olayını şahıslarıyla ilgili olarak değil, ticari faaliyetlerinin bir sonucu olarak değerlendirmeleri ve yurt içinde ve dışında satıcı (ana) firmaların kendileri (bayileri) adına yaptıkları harcamaların (otel, yol giderleri vb.) toplam tutarını, elde ettikleri prim olarak değerlendirmeleri ve bu tutar üzerinden satıcı firmalara fatura düzenlemeleri ve KDV hesaplayarak faturada ayrıca göstermeleri gerekir. Satıcı firmaların ise bu şekilde ödedikleri prim tutarını pazarlama satış gideri olarak dikkate almaları, KDV’yi ise indirimin konusu yapmaları gerekmektedir.
F- BAYİ - YETKİLİ SATICI PERSONELİNE SAĞLANAN ÖDÜLLER
Bayi çalışanlarına verilen ödüllerin de kanaatimizce bayiinin kendisine sağlanan toplantı, seminer, gezi, tatil, vb. menfaatlerle aynı kriterlere göre değerlendirilmesi gerekir. Çünkü çalışanına verilen ödüller, ödülü alan kişinin bayi çalışanı olmasından kaynaklanmaktadır. Onunla bayi arasındaki illiyet bağı koparılarak, şahsın tek başına ödüle, prime hak kazandığı düşünülemez. Dolayısıyla bayi çalışanlarına yönelik giderlerde bayi giderleri gibi düşünülmesi gerekir.
Ürün satışına ilişkin bilgilendirme, eğitim, performans, hedef belirleme gibi amaçlarla yapılan ve bayilerle çalışan personele yönelik olan seminer niteliğindeki toplantılar GVK’nın 40/1. maddesi kapsamında indirilecek giderler arasında değerlendirilebilir ve ana şirket tarafından pazarlama-satış gideri olarak kaydedilebilir. Ancak, aşırılılık kriterinin burada da dikkate alınması önemlidir.
Bayi personeline belirli bir başarı karşılığında sağlanan gezi, tatil niteliğindeki (seminer, eğitim dışı) menfaatlerin ise, aynı kanun maddesi çerçevesinde prim olarak değerlendirilmesi gerekir. Buna göre, ilgili personele sağlanan menfaatin bayi tarafından faturalanarak gelir kaydedilmesi ve kazancın türü itibariyle ücret olarak nitelendirilip ilgili personelin bordrosuna eklenmesi ve vergilendirilmesi en doğru yaklaşım olacaktır.
Aynı şekilde, yetkili satıcı personeline yaptığı satış başarısı sonucu sağlanan altın, diz üstü bilgisayar, çek gibi menfaatlerin de yetkili satıcı tarafından fatura edilerek gelir kaydedilmesi ve ilgilinin ücretine eklenerek giderleştirilmesi gerekmektedir.
Kişisel görüşümüz, bayi çalışanlarının hak ettikleri bu ödüller bayi personeli olmalarından kaynaklanmakta olup, ana şirketin asıl muhatabı bayi olmalıdır. Bayi olmasa ödüle hak kazanan şahısların tek başına belirlenen performans kriterlerini başaramayacağı düşünüldüğünde, bayi çalışanına verilmiş ödül aslında bayi aracılığı ile bayi çalışanına verilmiş olarak nitelendirilmelisi gerekmekte olup, bayi tarafından personeline sağlanan menfaat yani ücret olarak değerlendirilmelidir. Aynı şekilde yukarıdaki kriterler dikkate alınarak giderleştirilmelidir, ticari örf ve adete göre verilen küçük tutarlı giderler ise, bu kapsamda sayılmamalıdır.
G- PERSONELE AİT TAŞITIN İŞLETMELER TARAFINDAN KİRALANMASI KONUSUNUN GİDER BOYUTU
GVK’nın 40/5. maddesi uyarınca, kiralama yoluyla edinilen veya işletmeye dahil olan ve işte kullanılan taşıtların giderleri safi kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınabilmektedir. Bu maddenin incelenmesinden taşıt masraflarının gider olarak dikkate alınabilmesi için taşıtın ya işletmenin aktifinde olması ya da kiralama yoluyla edinilmiş olması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ayrıca, ister kiralama yoluyla edinilsin ister satın alınarak işletmede kullanılsın, söz konusu taşıtın işte kullanılması gerektiği açıkça belirtilmektedir. Örneğin, işletme sahibinin kendi özel ihtiyacı için alıp iş için kullanmadığı taşıtının giderlerinin, işletme aktifine alınsa dahi kanunen kabul edilebilir bir gider olamayacağı açıktır.
Bu çerçevede, personelin kendi arabası ile yaptığı masrafların gider kaydedilebilmesi için personelle işveren arasından bir kiralama sözleşmesinin yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Personelin kendi arabası ile yaptığı masrafları herhangi bir kiralama sözleşmesi yapmadan gider kaydeden işletmeler bunu genelde GVK 40/1. maddesi çerçevesinde (ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler olarak) düşünmektedirler ve herhangi bir kiralama sözleşmesi yapmamaktadırlar. Ancak GVK’nın 40/1. maddesi oldukça geniş bir madde olduğundan ve işte kullanılan taşıtlarla ilgili giderleri düzenleyen daha spesifik bir madde bulunduğundan taşıt giderlerinin GVK’nın 40/5. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
H- İNDİRİLEMEYEN KATMA DEĞER VERGİSİNİN GİDER YAZILMASI
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 2. bendinde, “Bir vergilendirme döneminde indirilecek Katma Değer Vergisi toplamı, mükellefin vergiye tabi işlemleri dolayısıyla hesaplanan Katma Değer Vergisi toplamından fazla olduğu takdirde aradaki sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez.” hükmü yer almaktadır. Aynı maddenin 3’üncü bendinde ise “İndirim hakkı vergiyi doğuran olayın meydana geldiği takvim yılını aşmamak kaydıyla ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılır” denmektedir. Diğer yandan aynı kanunun 58’inci maddesinde “Mükellefin hesaplanan Katma Değer Vergisi ile mükellefçe indirilebilecek Katma Değer Vergisi, Gelir ve Kurumlar Vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmez” denmektedir.
Bu hükümler dikkate alındığında, binek otomobillere ödenen fakat indirilemeyen katma değer vergisinin durumu ile kapanış esnasında mükellefin indiremediği katma değer vergisinin durumunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
I- BİNEK OTOMOBİLLERİN TESLİMİNDE ÖDENEN KDV’NİN DURUMU
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30. maddesi İndirilemeyecek Katma Değer Vergisini düzenlemiş ve binek otomobillerin alımında ödenen Katma Değer Vergisinin indirim konusu yapılamayacağı bu madde ile karşımıza çıkmaktadır.
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30. maddesinin (b) bendi aşağıdaki düzenlenmeyi içermektedir.
“Faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisi”
Madde hükmüne göre tamamen veya kısmen ana faaliyet konusu binek otomobillerin işletilmesine dayanan sürücü kursu, oto kiralama şirketleri vb. faaliyet konularında iştigal eden mükelleflerin dışında kalan mükelleflerin aldığı binek otomobillerin yüklendikleri katma değer vergisini indirim konusu yapamayacakları tabiidir.
Bu durumda, indirilemeyen bu KDV’nin ne yapılacağı sorunu karşımıza çıkmaktadır. Binek otomobilleri iktisap etmesiyle yüklenilen Katma Değer Vergisinin indirim konusu yapamamaları durumunda, 23 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği hükümlerine göre hareket edilmesi gerekmektedir.
Söz konusu tebliğe göre; mükelleflerin işletme amacı dışında iktisap ettikleri binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisinin indirimi mümkün değildir. İndirim konusu yapılamayan bu vergi, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunları çerçevesinde işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabilecektir. Bu uygulama binek otomobili işletmeciliği ile uğraşan mükelleflerin işletme amacı dışında satın aldıkları binek otomobilleri için de geçerlidir.
İ- İŞİN TERK EDİLMESİ DURUMUNDA MEVCUT OLAN DEVREDEN KDV’NİN GİDER BOYUTU
İşi terk eden mükellefler, aktifindeki mevcutlarını terkten önce satış vb. yollarla tasfiye ettikleri takdirde teslim bedeli üzerinden, mevcutlar tasfiye edilmişse, işletmeden çekiş göstererek Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 3/a maddesi hükümlerine göre, emsal bedel üzerinden vergiyi hesaplayıp beyan etmek zorundadırlar.
Bu hesaplanan vergiye rağmen indirilemeyen katma değer vergisi kalırsa indirim yoluyla giderilemeyen bu vergilerin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak göz önüne alınması mümkün bulunmaktadır.
Örneğin, bir manav işletmesi işini tasfiye ederken elindeki tüm mevcutlarını tasfiye etti ve bunun sonucunda halen daha sonraki dönemlere devreden KDV olarak 1.500,00 TL gibi bir tutar olduğunu varsayalım, bu tutar artık nihai vergi olarak kalacak ve bunun indirimi söz konusu olamayacaktır. Bu bakımdan, bahsi geçen manav işletmesi takip eden vergilendirme döneminde gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde söz konusu KDV’yi direkt gider olarak dikkate alacak ve vergi matrahından indirim yapabilecektir.
III- SONUÇ
Vergi uygulamalarında, gelir ve kurumlar vergisi matrahlarının tespitiyle ilgili olarak birçok giderin indirilip indirilemeyeceği konusunda tartışmalı hususlar bulunmaktadır. Bu tartışmalı konulardan bazıları yukarıda açıklanmaya çalışılmış olup, ancak daha birçok giderin indirime konu edilmesi noktasında ciddi tereddütler bulunduğu gözlenmektedir. Mükelleflerin bu konularda dikkatli olmaları yerinde olacaktır.
(*) Vergi Denetim Kurulu Grup Başkanı
[1] 07.12.2004 tarih ve B.07.0.GEL.0.55/5529-718/58214 sayılı Özelge’de, başkası adına kayıtlı fatura bedellerinin KDV’nin indirim konusu yapılabileceği belirtilmiştir.
[2] Şibli GÜNEŞ, “Temel Vergi Rehberi ve Revizyon” (2011), İstanbul: Süryay Sürekli Yayınlar A.Ş.
[3] Maliye Bakanlığı’nın, 14.12.1994 tarih ve 73/113-1628/81987 sayılı Özelgesi.
[4] İstanbul Defterdarlığı’nın, 16.09.1996 tarih ve GVK/40-1-4842-8493 sayılı Özelgesi.
[5] Maliye Bakanlığı’nın, 14.06.2001 tarih ve 32996 sayılı Özelgesi.
[6] Dn. 3. D.’nin, 05.04.1995 tarih ve E. 1994/2892, K. 1995/1147 sayılı Kararı.
Yorum Gönder